16 Eylül 2017 Cumartesi

CEMİL MERİÇ'E DAİR

      Cemil Meriç'i ve eserlerini hakkıyla anlatabilmek ve anlayabilmek biraz güç. Liyakat gerektiriyor o mütefekkirin ilminden nasip almak. Yine onun engin ilminden, üslubunun zenginliğinden, ele aldığı konuların derinliğinden bahsetmek de bir o kadar kabiliyet gerektiriyor.

      Gözünüz korkup da sakın arkanızı dönmeyin ama... Boyunuzu aşacağını düşünseniz de dalın bu irfanın derin sularına. O size derin sularla mücadele etmeyi de boğulmadan kıyıya varmayı da öğreten kılavuz olur. Ve kıyıya vardığınızda heybenizde biriktirdiklerinize şaşarsanız.

  Bu Ülke’den sonra Jurnal’in birinci cildini tamamladım geçtiğimiz günlerde. Okurken hissettiklerimi, öğrendiklerimi yukarıda da belirttiğim gibi anlatmaya bendenizin gücü yetmez. Ama dilim döndüğünce ve belki de haddimi aşarak kısaca söz etmek istiyorum burada Cemil Meriç’ten.

    Vaktiyle değeri anlaşılamamış şahsiyetlerden O. Kendi kaleminden dökülen Jurnal’inde hayatının buruk yanlarından öyle çok bahsediyor ki... Yaşadığı dönemde aydın olmanın güçlüğünden, cemiyet tarafından dışlanmasından, yıllarca yoğun emek vererek ortaya koyduğu Hint dünyasına dair araştırmalarının baskıya ve ilgiye layık bulunamamasından, çocukluğundan Jurnal'ini yazdığı yıllara kadar iç dünyasında yaşadığı tüm korku ve kaygılarından ve gözlerini kaybedişinin kendisinde yarattığı derin acılardan uzun uzun söz ediyor. 

     Okudukça şaşıyorsunuz. Bugün hayranlıkla ve saygıyla birçok insanin andığı bu değerli şahsiyet, vaktiyle ne elemler içinde kıvranmış şaşıyorsunuz. "Şöhretim evimin sınırlarını aşmıyor. Ve okuyamıyorum yani kader dört elle sarıldığım oyuncağımı da aldı elimden" diye yakınıyor. "Oynadığım bütün oyunları kaybettim. Belki acılarımdan başka büyük bir tarafım yok.", diyor kendisi için. Okudukça acılarından güç buluyorsunuz sonra... Ömrü boyunca yolunda gitmeyen sayısız zorluğa, biyolojik engellerine, cemiyet tarafından dışlanmasına rağmen hiç vazgeçmeyişi, okumaya, üretmeye devam edişi, şahsiyetli duruşu ilham oluyor okuyana... Kâh kendi ruhsal çöküntülerini bir psikolog edasıyla çözümlemesini ve vakur duruşunu okuyorsunuz, kâh en ağır buhranların içinde kaybolup aczini haykırışını... Tıpkı bugün pek çoğumuzun yaşadığı medcezirler gibi yani... 

      Güçlü ve gerçek bir aydın olduğu iddiasından uzak ilmini kusuyor sonra sayfalarca... Hayran oluyorsunuz ufkuna, davasına adanmaya hazır duruşuna, okuduğu sayısız kitaba, çevirileri için verdiği emeğe, tüm aşağılamalara, reddedişlere rağmen, doğuyu/Hint’i bu denli derin araştırma arzusundan vazgeçmeyişine, ilmi yüceltmesine kısaca dehasına ve azmine hayran oluyorsunuz... Kitaplarında kurduğu her cümleye ait kelimeleri büyük bir özenle ve hatta kendi deyimiyle: "mecnunane bir titizlikle" seçmesine gıpta ediyorsunuz.

      Ve dahası gözü pek, gerçek bir aydının elinde meşalesiyle karanlıkları korkusuzca çiğneyişine ve herkesin yoluna ışık olma çabasına alkış tutuyorsunuz içten içe. Sesi soluğu yol göstericiliği hep ensenizde olsun istiyorsunuz. Hiç durmadan satırların altını çiziyor, söylediklerini sürekli bir yerlere not etme ihtiyacı hissediyorsunuz. Ve tıpkı kendisinin, kendisini işin içine katmayarak ifade ettiği gibi: anıta, olaya, kitaba dönüşmesini izliyorsunuz…

      “Bir kısım insanların düşüncesi etraflarını yansıtan bir aynadır, onlar başkalarının kaydettiklerini bıkmadan tekrarlayan plaklar gibidirler; ruhları yoktur, üstün zekalı hayvanlardan pek az daha mükemmel mekanizmalardır; dünyaları vücutlarıyla sınırlıdır ve vücutlarıyla beraber yok olurlar. Bir kısım insanlarsa kendilerini aşarlar ve kendilerini feda etmesini bilirler. Bir fikre, bir davaya adarlar kendilerini; anıta, olaya, kitaba dönüşürler. Ruhları ışık ve sevgi kaynağıdır. Ruhları doğa gibi verimlidir ve doğa gibi ölümsüzdür. “
                                                                                                                 22.7.1955 Jurnal


İşte O, anıta, olaya, kitaba dönüşenlerden… 



BİR DÜNYANIN EŞİĞİNDE


Cemil Meriç’in Bu Ülke ve Jurnal’inden sonra sıradaki hedefim 48 yılını gömdüğünü söylediği; düşüncesi, şiiri ve felsefesiyle Hint Edebiyatı ve uygarlığını işlediği kitabı “Bir Dünyanın Eşiğinde” 

       Jurnal'inde öyle bir anlatıyor ki Hint'i, okumaktan geri durmak ne mümkün... İnsanlığın irfan ve idrakine istikamet veren iki yaratıcı millet vardır, diyor. Biri Hint diğeri Yunan... Ve ekliyor; "İnsana kendini bulduracak büyük terkibe ancak Hint sayesinde varabiliriz." Avrupa'nın 18. yy.dan beri kanmayan bir susuzlukla Hint'in fikir ve şiir kaynaklarından ilham aldığını söylüyor. Peki ya biz neden almayalım? Neden yüzümüzü biraz da köklerimize Doğu’ya dönmeyelim. Avrupa irfanının kaderini değiştiren Hint'in fethidir diyor Cemil Meriç. Ona göre, Batı'yı anlamanın yolu yine Doğu. "Çağdaş Avrupa'yı ancak Asya medeniyetlerinin ışığında bütün heybet ve zaaflarıyla görebiliriz." Öyleyse Hint'i tanımak zorundayız...

12 Eylül 2017 Salı

BAŞARI BİLGESİ KİTABINDAN NOTLAR

    Geçtiğimiz aylarda Mümin Sekman'ın 'Başarı Bilgesi' adlı kitabını severek ve dolayısıyla oldukça kısa bir zaman diliminde okuyup bitirmiştim. İçinde bilge ve başarılı bir kişi olmanın yollarına dair bir kenara not etmeye değer sayısız öğreti, motivasyon sözcükleri ve etkili aforizmalar bulmuştum. Fakat vaktiyle buraya aktarma fırsatı bulamamışım maalesef, geç farkettim.
 
    İşte bu değerli kitap yazarı Sayın Sekman'dan, kendimce kayda değer bulduğum bazı notlarımı paylaşıyorum aşağıda. İlgilenenlere keyifli okumalar...

    
    Alturistik (özgeci) davranış tanımı içine giren faaliyetler, yani kişinin kendinden bir şeyler feda ederek diğerlerine yardımda bulunduğu davranışları onu 'başarılı birey' konumuna taşır mı sizce?

      Ya da şöyle soralım: Öncelikle kişinin kendi yararına olan mı, yoksa kamu yararına olan mı 'başarılı' nitelemesine layıktır?

Soylu Başarı

    "Kendinden daha güçsüzlerin yararı için kendinden daha güçlülerle mücadele ediyorsan, bu uğurda kaybedeceklerin kazanacaklarından daha fazla olduğu halde yolundan dönmüyorsan, başardığın işin başkalarına olan faydaları sana yararından fazlaysa sen 'soylu bir başarı'  peşinde koşuyorsun demektir."

İşte böyle tanımlamış Che Guevara soylu başarıyı, peki ya sizce?  Önce birey mi toplum mu ? Önce ben mi yoksa biz mi...?

...

Bir başka mesele; Hayır diyebilmeyi ve gizemli olmayı ÖĞREN!

Warren Buffeat " Başarılı insanlarla çok başarılı insanlar arasındaki fark, çok başarılı insanların hemen her şeye HAYIR demeleridir." diyor. Fakat acaba çok başarılı insanlar, ancak çok başarılı olduktan sonra, birçok şeye 'hayır' diyebilmeye başlamış olabilirler mi ? Ya da sizce gerçekten de bir çok şeye 'Hayır' diyebilmiş olmaları mıdır onları bu denli başarılı kılan ? Kanımca tartışmaya açık bir mesele...

Peki gelelim ara başlıktaki bir başka kavram olan 'gizemli olma' düsturuna...

      "Yeniliğin yarattığı hayranlık, başarılarınızın değerini artırır. Kartlarınızı açık oynamak hem yararsız hem de yavandır. Kendinizi hemen ifşa etmezseniz beklenti uyandırırsınız.
    Her şeye bir gizem katın, gizem saygı uyandırır. Açıklama yaparken çok net olmayın. Sıradan konuşmalarda en gizli düşüncelerinizi sergilemeyin. İhtiyatlı suskunluk, dünyevi bilgelikler arasında en kutsal olanıdır. İnsanların sizi merak etmesini sağlarsanız, ilahi yoldan gidiyorsunuz demektir."  
                                                                                                         Baltasar Gracian
...

'Eylem ödevini erteleyenler'den söz etmiş bir de Mümin Sekman:

-Bilsem böyle yapmazdım.
-Yapacak olsaydın bilirdin.

Üstüne laf söylemeye gerek var mı?
...

"Hayat okulunda ya akılla öğrenirsin ya da acıyla, ya nasihatle öğrenirsin ya müsibetle. Akılla öğrenmeyi reddettiğin şeyleri acı çekerek öğrenirsin"

Bu sözün hangi konuyla ilişkili olduğunu hatırlamıyorum, siz kendinizce ilişkilendirin...

...

Yine kitapta yer bulan Seneca'nın bilgelik ve felsefe üzerine sözlerini aktarıp yazımı sonlandırıyorum.

"Bilgelik her insanın harcı değildir ve gösteriş olsun diye icat edilmemiştir. Kendini sözlerde değil, eylemlerde gösterir. Günleri biraz hoş geçirmeye, boş vakitlerin sıkıntısını gidermeye bakmaz. Ruhu yoğurup biçimlendirir, hayatı düzene oturtur, davranışlara çekidüzen verir, yapılması ve yapılmaması gerekenleri gösterir. Yaşamın dümeninde oturur ve belirsizlikler içinde dalgalanan insanlara kılavuz olur. Felsefe olmadan hiç kimse güvende olamaz. Günün her saati, akıl almamızı gerektiren binlerce olaya gebedir ve bu aklı bize verebilecek olan tek merci felsefedir."

Bilgece yaşayın, işte bu insanoğlu için en büyük başarı...