Cemil Meriç'i ve eserlerini hakkıyla anlatabilmek ve anlayabilmek biraz güç. Liyakat gerektiriyor o mütefekkirin ilminden nasip almak. Yine onun engin ilminden, üslubunun zenginliğinden, ele aldığı konuların derinliğinden bahsetmek de bir o kadar kabiliyet gerektiriyor.
Gözünüz korkup da sakın arkanızı dönmeyin ama... Boyunuzu aşacağını düşünseniz de dalın bu irfanın derin sularına. O size derin sularla mücadele etmeyi de boğulmadan kıyıya varmayı da öğreten kılavuz olur. Ve kıyıya vardığınızda heybenizde biriktirdiklerinize şaşarsanız.
Bu Ülke’den sonra Jurnal’in birinci cildini tamamladım geçtiğimiz günlerde. Okurken hissettiklerimi, öğrendiklerimi yukarıda da belirttiğim gibi anlatmaya bendenizin gücü yetmez. Ama dilim döndüğünce ve belki de haddimi aşarak kısaca söz etmek istiyorum burada Cemil Meriç’ten.
Vaktiyle değeri anlaşılamamış şahsiyetlerden O. Kendi kaleminden dökülen Jurnal’inde hayatının buruk yanlarından öyle çok bahsediyor ki... Yaşadığı dönemde aydın olmanın güçlüğünden, cemiyet tarafından dışlanmasından, yıllarca yoğun emek vererek ortaya koyduğu Hint dünyasına dair araştırmalarının baskıya ve ilgiye layık bulunamamasından, çocukluğundan Jurnal'ini yazdığı yıllara kadar iç dünyasında yaşadığı tüm korku ve kaygılarından ve gözlerini kaybedişinin kendisinde yarattığı derin acılardan uzun uzun söz ediyor.
Okudukça şaşıyorsunuz. Bugün hayranlıkla ve saygıyla birçok insanin andığı bu değerli şahsiyet, vaktiyle ne elemler içinde kıvranmış şaşıyorsunuz. "Şöhretim evimin sınırlarını aşmıyor. Ve okuyamıyorum yani kader dört elle sarıldığım oyuncağımı da aldı elimden" diye yakınıyor. "Oynadığım bütün oyunları kaybettim. Belki acılarımdan başka büyük bir tarafım yok.", diyor kendisi için. Okudukça acılarından güç buluyorsunuz sonra... Ömrü boyunca yolunda gitmeyen sayısız zorluğa, biyolojik engellerine, cemiyet tarafından dışlanmasına rağmen hiç vazgeçmeyişi, okumaya, üretmeye devam edişi, şahsiyetli duruşu ilham oluyor okuyana... Kâh kendi ruhsal çöküntülerini bir psikolog edasıyla çözümlemesini ve vakur duruşunu okuyorsunuz, kâh en ağır buhranların içinde kaybolup aczini haykırışını... Tıpkı bugün pek çoğumuzun yaşadığı medcezirler gibi yani...
Güçlü ve gerçek bir aydın olduğu iddiasından uzak ilmini kusuyor sonra sayfalarca... Hayran oluyorsunuz ufkuna, davasına adanmaya hazır duruşuna, okuduğu sayısız kitaba, çevirileri için verdiği emeğe, tüm aşağılamalara, reddedişlere rağmen, doğuyu/Hint’i bu denli derin araştırma arzusundan vazgeçmeyişine, ilmi yüceltmesine kısaca dehasına ve azmine hayran oluyorsunuz... Kitaplarında kurduğu her cümleye ait kelimeleri büyük bir özenle ve hatta kendi deyimiyle: "mecnunane bir titizlikle" seçmesine gıpta ediyorsunuz.
Ve dahası gözü pek, gerçek bir aydının elinde meşalesiyle karanlıkları korkusuzca çiğneyişine ve herkesin yoluna ışık olma çabasına alkış tutuyorsunuz içten içe. Sesi soluğu yol göstericiliği hep ensenizde olsun istiyorsunuz. Hiç durmadan satırların altını çiziyor, söylediklerini sürekli bir yerlere not etme ihtiyacı hissediyorsunuz. Ve tıpkı kendisinin, kendisini işin içine katmayarak ifade ettiği gibi: anıta, olaya, kitaba dönüşmesini izliyorsunuz…
“Bir kısım insanların düşüncesi etraflarını yansıtan bir aynadır, onlar başkalarının kaydettiklerini bıkmadan tekrarlayan plaklar gibidirler; ruhları yoktur, üstün zekalı hayvanlardan pek az daha mükemmel mekanizmalardır; dünyaları vücutlarıyla sınırlıdır ve vücutlarıyla beraber yok olurlar. Bir kısım insanlarsa kendilerini aşarlar ve kendilerini feda etmesini bilirler. Bir fikre, bir davaya adarlar kendilerini; anıta, olaya, kitaba dönüşürler. Ruhları ışık ve sevgi kaynağıdır. Ruhları doğa gibi verimlidir ve doğa gibi ölümsüzdür. “
22.7.1955 Jurnal
İşte O, anıta, olaya, kitaba dönüşenlerden…
BİR DÜNYANIN EŞİĞİNDE
Cemil Meriç’in Bu Ülke ve Jurnal’inden sonra sıradaki hedefim 48 yılını gömdüğünü söylediği; düşüncesi, şiiri ve felsefesiyle Hint Edebiyatı ve uygarlığını işlediği kitabı “Bir Dünyanın Eşiğinde”
Jurnal'inde öyle bir anlatıyor ki Hint'i, okumaktan geri durmak ne mümkün... İnsanlığın irfan ve idrakine istikamet veren iki yaratıcı millet vardır, diyor. Biri Hint diğeri Yunan... Ve ekliyor; "İnsana kendini bulduracak büyük terkibe ancak Hint sayesinde varabiliriz." Avrupa'nın 18. yy.dan beri kanmayan bir susuzlukla Hint'in fikir ve şiir kaynaklarından ilham aldığını söylüyor. Peki ya biz neden almayalım? Neden yüzümüzü biraz da köklerimize Doğu’ya dönmeyelim. Avrupa irfanının kaderini değiştiren Hint'in fethidir diyor Cemil Meriç. Ona göre, Batı'yı anlamanın yolu yine Doğu. "Çağdaş Avrupa'yı ancak Asya medeniyetlerinin ışığında bütün heybet ve zaaflarıyla görebiliriz." Öyleyse Hint'i tanımak zorundayız...