26 Mayıs 2017 Cuma

KENDİNİZE BİR İYİLİK YAPIN VE ORUÇ TUTUN

   
     Bugün bir çoğumuz, kontrolsüzce tükettiğimiz gıdaların içindeki tarımsal ilaç atıklarının, gdo'ların vücudumuzda birikmesinden ve fazla yediklerimizin yağ olarak  depo edilmesinden dolayı hastalıklarla boğuşuyoruz. Kronik hastalıklar, kalp yetmezliği, diyabet...vs almış başını gidiyor. Modern tedavi yöntemleri ise yalnızca hastalıkların semptomlarını gidermeye yarıyor. Uzun vadede şifalanmak için modern tıp tek başına yeterli gelmiyor.

    Bedenimizi bu hastalıklardan, daha doğrusu hastalıklara neden olan toksinlerden, ağır metal kalıntılarından temizlemenin yolu nedir o halde?

Tabi ki onu arındırmak, yani yememek.

     Vücudun kendini temizlemesi ve yaşam gücünü yeniden oluşturması için
 en etkili yöntem oruç. 

      "Yemekten kaçınmak, vücudun doğuştan sahip olduğu detoks mekanizmalarının tam kapasite aktive olmasını ve bağışıklık tepkisinin yüksek vitese geçmesini sağlar." diyor Daniel Reid. Oruç tuttuğunuzda, normalde vücudun sindirim için harcadığı enerji, sindirim sistemi hiç atık üretmediği için, 'hastalıkları sindirmek' için kullanılır, diye de ekliyor. Yine orucun aynı zamanda büyüme hormonunu tetiklediğini ve bu hormonun tüm vücudu dolaşarak hasarlı dokuları onardığını, hayati fonksiyonları canlandırdığını ve tüm sistemi gençleştirdiğini söylüyor "Detoks" kitabının yazarı.

Ruh ve zihin iyiliği, beden iyiliğinden geçer.

     Eski bilgeler; kirli kan ve dokuların, vücutta hastalıkların ve  bozulmanın gelişimi için uygun ortam sağlamakla kalmayıp aynı zamanda insan ruhunun ve zihnin de bozulmasına yol açtığını söylerler. Onlar, insan bedeni ile zihninin ve ruhunun durumları arasında ayrılmaz bir bağlantı olduğunu çok öncelerden fark etmişler. Bu yüzden ruhsal gelişimin ilk adımı olarak, yine vücudun arındırılmasını gerekli görmüşler. Vücudun arındırılması içinse orucu önermişler.

     Batı medeniyetinin temellerini atan flozoflardan Platon, Aristoteles ve diğer Yunanlı flozoflar fiziksel sağlıklarını iyileştirmek ve zihinsel güçlerini artırmak için düzenli olarak oruç tutarlarmış. Pisagor, derslerine girmeden önce tüm kıdemli öğrencilerinin 40 gün boyunca, vücutlarını ve zihinlerini arındırmak için oruç tutmalarını şart koşarlarmış.

Oruç birçok inanışta önerilmiştir.

      Hindu yogiler, Budist keşişler, ve Taoist münzeviler binlerce yıldır canlılıklarını geliştirmek ve hayatlarını uzatmak için oruçtan yararlanmışlar.

      Hristiyanlık inancına göre, Hz İsa şöyle buyurmuştur: "Kendinizi yenileyin ve oruç tutun. Ormanın ve tarlaların temiz havasını arayın ve orada onların orta yerinde havanın meleğini bulacaksınız." Biz müslümanların inancına göre ise, oruç tutmak yine sıhhat bulmaya vesiledir. Hatırlayınız şu hadis-i şerifi: "Oruç tutunuz ki sıhhat bulasanız."

     Yunan yazarlardan Plutarkhos ise: " İlaç yerine bir gün oruç tutun." der. Bugün birçok  hekim de,  kanser hastalarının tedavisi için 40 günlük oruç programları önermeye başladı.

     Sizler de; çeşitli sağlıklı yaşam kitaplarında, medyada bu konunun önemine dikkat çekmeye çalışan hekimlere kulak verin. Adına ister fasting, ister detoks, ister oruç diyin ama mutlaka vücudunuza bu iyiliği yapın. Bedenen, ruhen ve zihnen tam bir arınma ve iyiliğe erişmek dileğiyle...








16 Mayıs 2017 Salı

İYİ BİR HİKAYEN VAR MI ?

      Tarih öncesi dönemlerde toplumsal örüntülerdeki değişimler, yüz binlerce yıl sürerken ve bu değişimler çoğunlukla genetik mutasyonlara bağlı iken günümüzde ortalama yirmi-otuz yılda bir radikal dönüşümler yaşanabiliyor. Nedir bunun sebebi hiç düşündünüz mü?

    Değişimi mümkün kılan, kitleleri peşinden sürükleyen, kutsal değerler yaratan, inançları değiştiren, yeni kültürler, toplumsal modeller oluşturan günümüz insanının hangi maharetidir sizce?

    Elbette ki 'kurgu yaratma becerisi'. Yani hikayelerimiz. Yanıtı ben vermiyorum. Bilim insanları öyle söylüyor. "Günümüz modern insanını (homo sapiensi) arkaik insandan ayıran temel fark onun kurgu yaratma becerisidir", diyorlar.

     Ülkeler ticaret yapacağı ya da diplomatik anlaşmalar yapacağı ülkeleri seçerken, din adamları belli öğretiler etrafında insanları toplarken ya da bir ordu komutanı askerini savaşa hazırlarken hep bir hikayeden güç alır. Ya da parti liderlerinin seçim vaatleri, bildiğiniz üzere hep bir hikayedir. Hikayesine inandığımız parti liderine oy veririz. Ortak bir hikayemizin olduğu ülkelerle güvenli bir bağ kurar, hikayemizin olmadığı ülkelere karşı mesafeli dururuz. Kutsal hikayelerimize dayanarak din seçer, bizi millet yapan hikayemize dayanarak da milletimiz için savaşırız.

    Yani demem o ki; insanların birbirleriyle etkili iletişim ve işbirliği kurabilmesinin, çaplı ticaretler, büyük ortaklıklar vs gerçekleştirebilmesinin, toplumsal dönüşümlerin, değişimlerin tek yolu işte bu hikayelerdir. Fakat unutmayalım ki, mesele hikaye anlatmak değil, hikayeye inanılmasını sağlamaktır.
 
    Bize okulda şu öğretildi: Yeni bir şirketin kurumsal kimliğini oluştururken o şirketin vizyon ve misyonunu tayin etmekten daha evvel hikayesini oluşturun. Zira ancak inanmaya değer bir hikayesi olan gelecek vaad edebilir. Ve ancak o zaman etkileyici bir vizyonu olabilir, doğru misyonlar yüklenebilir.

  Hikayesi olan kazanırdı vesselam.

  Hikayesi olan inanmaya değerdi.

  Hikayesi olan dönüşebilirdi.

  Peki ya senin hikayen ?

5 Mayıs 2017 Cuma

KUANTUM KURAMINDAN 'VAHDET'E

    Eınstein, Podolsky ve Rosen 1935 yılında Kuantum Kuramı'nın doğaya bakış açısının yanlış veya eksik olduğunu ortaya çıkarmak üzere bir "düşünce deneyi" teklif ettiler (EPR Düşünce Deneyi). Fakat sonuç Kuantum Kuramı'nın haklılığını ortaya çıkardı. Deney sonucuna göre; başlangıçta bağıntılı olan iki parçacık zamandan bağımsız ve ışık hızından daha hızlı olarak birbirleri hakkında bilgi sahibi olmaktadır. Yani başlangıçtaki bağıntılı durum parçacıklar mekanda birbirlerinden ne kadar uzakta bulunursa bulunsun devam etmektedir.

   Bu deney sonucundan da çıkarıldığı üzere "Kuantum Kuramı'na göre bütün, parçaların toplamından daha fazladır. Bütünü oluşturan parçalar, bütünden ayrılsalar dahi bütünle etkileşmeye devam ederler. Parçalar, bütünden tümüyle bağımsız bir varlık sürdüremezler. Parça dediğimiz maddesel varlıklar aslında yoğunlaşmış enerji olup bütünsel enerji alanından başka bir şey değildir."
 
     Peki bunlar aslında ne demektir? Evrende ayrılık yok demektir. Kainattaki her bir parça Tümel Varlık'tan bir nüve taşıyor demektir. Parçalar birbirinden ayrı gibi görünse de aslında Bir, demektir. Tüm evren, tek bir bütünsel yapı olarak varlığını sürdürüyor demektir.

   Yine bu konuyla bağıntılı olan bir başka mesele var ki; insanların ruhu, nesnelerin tözü vardır. Canlı varlıkların bedeni ile cansızların maddesi eşdeğerdir. İnsanların tinsel özellikleri ile nesnelerin dalgasal özellikleri birbirine eşdeğerdir. Yani bir ağacın özünde taşıdığı, senin bedeninde sahip olduğun enerji ile havadan soluduğun oksijenin enerjisi hep aynı bütüne ait demektir. Bu enerji alanı sonsuz ve bütünsel demektir. İkilikten vazgeçip, ayrımsız teklik alemini idrak etmenin vakti geldi demektir.

    Bir gerçeklik ki beş duyu organımızla algılayabildiğimizden çok daha fazlası orada mevcut ve biz maddeci bakış açımızın körlüğünde sığ bir ilimle meşgul oluyoruz. Her varlığın içindeki Öz'ün, aynı bütünün parçaları olduğu gerçeğini göz ardı ederek; hayvanı aşağılıyoruz, eşyayı hor görüyoruz, ırksal ayrıma gidiyoruz ve bizden saymadığımız her şeye saldırıyoruz, onları dışlıyoruz! Koskoca evreni görebildiğimizden, dokunabildiğimizden ibaret sanıyoruz! Hakiki bilginin kaynağına erişemiyoruz. Hazineye ulaşamıyoruz. Teklik bilincini idrak edemiyoruz. Hala canlı-cansız ölçütüne göre değer biçiyoruz. Hala somut teknolojilerin peşinde kaybolup, uzağımızdakilerle düşünce boyutunda iletişim kurabilecek gelişmişlik düzeyine sahip değiliz. Hala uykudaki benlik düzeyimizden kurtulamayıp, etrafımızda olup biten muazzam gerçeklikten bi haber yaşıyoruz.

   Uyanmak dileğiyle...

Referans: Kuantum Bilgeliği ve Tasavvuf, Haluk Berkmen