5 Ekim 2017 Perşembe

BİR LOKMA BİR HIRKA


Bir lokma ve bir hırkayla yetinmeli mi insan?

       Kendine sunulanla ya da küçük bir çabayla sahip olabildiği ile doymalı mı insan?  Karnını doyurmak kadar basite indirgeyerek anlamlandırmayın meseleyi rica ediyorum. ‘Hayatın tüm mevcut olanaklarını alıp kullanmak ve dahası için çabalamamak’ ideal yaşam şekli bu mu olmalı yani? Potansiyelimize ve bize sayısız icat, bilim, ilim bırakanlara ihanet sayılmaz mı bu?

        Aza kanaat edersek eğer nasıl gelişebiliriz hiç düşündünüz mü? Evrenin bilgisi ile ilgili bu zamana dek ortaya konulanlar yeter desek, tıp alanında, sanayide, teknolojide bu kadarıyla yetinsek nasıl ilerleyebilir ki insanlık. “Kanaat etmek, yerinde saymak demek” görmüyor musun Ey İnsanoğlu! Bizi uyuşturmak, gelişmemizin önünde engel oluşturmak için uydurulmuş bu gibi argümanların kolaycılığına sığınmayalım.

         Bir lokma bir hırka sözünü bir dini öğreti gibi bize dayatanlara sesleniyorum. “İki günü eşit olan zarardadır”, demiyor mu Hadis-i Şerifte?  Gelişin, geliştirin, hayata katkınız olsun, üretin, demiyor mu?  Hem sonra yaratılmışların içinde en üstün varlıklar olduğumuz iddiasındayken; sadece doğanın bize sunduklarıyla  ve geçmişten gelen ilimle yetinmek nankörlük değil mi özümüze ve iddiamıza? İçimizde Tanrı’nın bize bahşettiği o yüce zekâ ve kabiliyetlerle tıpkı bu zamana dek çabalayarak ortaya konulmuş sayısız büyük iş ve icatların sahipleri gibi büyük işler ortaya koymamız icap etmez mi?

     Her birimizi, diğerimizden ayıran belki bedensel gücümüzdeki üstünlükle, belki zihinsel belki de ruhsal kabiliyetimizle, üstünlüğümüze yaraşır icraatlar yapmamız gerekmez mi? Potansiyelimizin hakkını vermeliyiz diyorum. Özümüzdeki enerjiye biraz olsun saygı duyuyorsak eğer bize sunulan sayısız nimeti hunharca tüketmeye ve bunun adına da ‘kanaat’ demeye devam etmek yerine üretmeliyiz diyorum. Potansiyelin, sahip olduğun gücün, bilgin ölçüsünde ister yalnızca kendine ve ailene yetecek kadar ürün ekip toplamayı; ister tüm insanlığın irfanına katkı sağlayacak kitaplar yazmayı, isterse gelecekte birçoklarının hayatını kolaylaştıracak teknolojik icatlar yapmayı becermelisin. İlla ki üretmelisin. Daha demeyi, sorgulamayı, araştırmayı ve harekete geçmeyi bilmelisin.

Not:

                 “Ve hızlı gelişim bilgiden yoksunsa kör olur. Ve her bilgi içinde eylem yoksa boşunadır. Ve her eylem içinde sevgi yoksa boştur. “       Halil Cibran                       

Bilgiye, eyleme ve sevgiye adananlara...           

                                                                                                                                                                                         

16 Eylül 2017 Cumartesi

CEMİL MERİÇ'E DAİR

      Cemil Meriç'i ve eserlerini hakkıyla anlatabilmek ve anlayabilmek biraz güç. Liyakat gerektiriyor o mütefekkirin ilminden nasip almak. Yine onun engin ilminden, üslubunun zenginliğinden, ele aldığı konuların derinliğinden bahsetmek de bir o kadar kabiliyet gerektiriyor.

      Gözünüz korkup da sakın arkanızı dönmeyin ama... Boyunuzu aşacağını düşünseniz de dalın bu irfanın derin sularına. O size derin sularla mücadele etmeyi de boğulmadan kıyıya varmayı da öğreten kılavuz olur. Ve kıyıya vardığınızda heybenizde biriktirdiklerinize şaşarsanız.

  Bu Ülke’den sonra Jurnal’in birinci cildini tamamladım geçtiğimiz günlerde. Okurken hissettiklerimi, öğrendiklerimi yukarıda da belirttiğim gibi anlatmaya bendenizin gücü yetmez. Ama dilim döndüğünce ve belki de haddimi aşarak kısaca söz etmek istiyorum burada Cemil Meriç’ten.

    Vaktiyle değeri anlaşılamamış şahsiyetlerden O. Kendi kaleminden dökülen Jurnal’inde hayatının buruk yanlarından öyle çok bahsediyor ki... Yaşadığı dönemde aydın olmanın güçlüğünden, cemiyet tarafından dışlanmasından, yıllarca yoğun emek vererek ortaya koyduğu Hint dünyasına dair araştırmalarının baskıya ve ilgiye layık bulunamamasından, çocukluğundan Jurnal'ini yazdığı yıllara kadar iç dünyasında yaşadığı tüm korku ve kaygılarından ve gözlerini kaybedişinin kendisinde yarattığı derin acılardan uzun uzun söz ediyor. 

     Okudukça şaşıyorsunuz. Bugün hayranlıkla ve saygıyla birçok insanin andığı bu değerli şahsiyet, vaktiyle ne elemler içinde kıvranmış şaşıyorsunuz. "Şöhretim evimin sınırlarını aşmıyor. Ve okuyamıyorum yani kader dört elle sarıldığım oyuncağımı da aldı elimden" diye yakınıyor. "Oynadığım bütün oyunları kaybettim. Belki acılarımdan başka büyük bir tarafım yok.", diyor kendisi için. Okudukça acılarından güç buluyorsunuz sonra... Ömrü boyunca yolunda gitmeyen sayısız zorluğa, biyolojik engellerine, cemiyet tarafından dışlanmasına rağmen hiç vazgeçmeyişi, okumaya, üretmeye devam edişi, şahsiyetli duruşu ilham oluyor okuyana... Kâh kendi ruhsal çöküntülerini bir psikolog edasıyla çözümlemesini ve vakur duruşunu okuyorsunuz, kâh en ağır buhranların içinde kaybolup aczini haykırışını... Tıpkı bugün pek çoğumuzun yaşadığı medcezirler gibi yani... 

      Güçlü ve gerçek bir aydın olduğu iddiasından uzak ilmini kusuyor sonra sayfalarca... Hayran oluyorsunuz ufkuna, davasına adanmaya hazır duruşuna, okuduğu sayısız kitaba, çevirileri için verdiği emeğe, tüm aşağılamalara, reddedişlere rağmen, doğuyu/Hint’i bu denli derin araştırma arzusundan vazgeçmeyişine, ilmi yüceltmesine kısaca dehasına ve azmine hayran oluyorsunuz... Kitaplarında kurduğu her cümleye ait kelimeleri büyük bir özenle ve hatta kendi deyimiyle: "mecnunane bir titizlikle" seçmesine gıpta ediyorsunuz.

      Ve dahası gözü pek, gerçek bir aydının elinde meşalesiyle karanlıkları korkusuzca çiğneyişine ve herkesin yoluna ışık olma çabasına alkış tutuyorsunuz içten içe. Sesi soluğu yol göstericiliği hep ensenizde olsun istiyorsunuz. Hiç durmadan satırların altını çiziyor, söylediklerini sürekli bir yerlere not etme ihtiyacı hissediyorsunuz. Ve tıpkı kendisinin, kendisini işin içine katmayarak ifade ettiği gibi: anıta, olaya, kitaba dönüşmesini izliyorsunuz…

      “Bir kısım insanların düşüncesi etraflarını yansıtan bir aynadır, onlar başkalarının kaydettiklerini bıkmadan tekrarlayan plaklar gibidirler; ruhları yoktur, üstün zekalı hayvanlardan pek az daha mükemmel mekanizmalardır; dünyaları vücutlarıyla sınırlıdır ve vücutlarıyla beraber yok olurlar. Bir kısım insanlarsa kendilerini aşarlar ve kendilerini feda etmesini bilirler. Bir fikre, bir davaya adarlar kendilerini; anıta, olaya, kitaba dönüşürler. Ruhları ışık ve sevgi kaynağıdır. Ruhları doğa gibi verimlidir ve doğa gibi ölümsüzdür. “
                                                                                                                 22.7.1955 Jurnal


İşte O, anıta, olaya, kitaba dönüşenlerden… 



BİR DÜNYANIN EŞİĞİNDE


Cemil Meriç’in Bu Ülke ve Jurnal’inden sonra sıradaki hedefim 48 yılını gömdüğünü söylediği; düşüncesi, şiiri ve felsefesiyle Hint Edebiyatı ve uygarlığını işlediği kitabı “Bir Dünyanın Eşiğinde” 

       Jurnal'inde öyle bir anlatıyor ki Hint'i, okumaktan geri durmak ne mümkün... İnsanlığın irfan ve idrakine istikamet veren iki yaratıcı millet vardır, diyor. Biri Hint diğeri Yunan... Ve ekliyor; "İnsana kendini bulduracak büyük terkibe ancak Hint sayesinde varabiliriz." Avrupa'nın 18. yy.dan beri kanmayan bir susuzlukla Hint'in fikir ve şiir kaynaklarından ilham aldığını söylüyor. Peki ya biz neden almayalım? Neden yüzümüzü biraz da köklerimize Doğu’ya dönmeyelim. Avrupa irfanının kaderini değiştiren Hint'in fethidir diyor Cemil Meriç. Ona göre, Batı'yı anlamanın yolu yine Doğu. "Çağdaş Avrupa'yı ancak Asya medeniyetlerinin ışığında bütün heybet ve zaaflarıyla görebiliriz." Öyleyse Hint'i tanımak zorundayız...

12 Eylül 2017 Salı

BAŞARI BİLGESİ KİTABINDAN NOTLAR

    Geçtiğimiz aylarda Mümin Sekman'ın 'Başarı Bilgesi' adlı kitabını severek ve dolayısıyla oldukça kısa bir zaman diliminde okuyup bitirmiştim. İçinde bilge ve başarılı bir kişi olmanın yollarına dair bir kenara not etmeye değer sayısız öğreti, motivasyon sözcükleri ve etkili aforizmalar bulmuştum. Fakat vaktiyle buraya aktarma fırsatı bulamamışım maalesef, geç farkettim.
 
    İşte bu değerli kitap yazarı Sayın Sekman'dan, kendimce kayda değer bulduğum bazı notlarımı paylaşıyorum aşağıda. İlgilenenlere keyifli okumalar...

    
    Alturistik (özgeci) davranış tanımı içine giren faaliyetler, yani kişinin kendinden bir şeyler feda ederek diğerlerine yardımda bulunduğu davranışları onu 'başarılı birey' konumuna taşır mı sizce?

      Ya da şöyle soralım: Öncelikle kişinin kendi yararına olan mı, yoksa kamu yararına olan mı 'başarılı' nitelemesine layıktır?

Soylu Başarı

    "Kendinden daha güçsüzlerin yararı için kendinden daha güçlülerle mücadele ediyorsan, bu uğurda kaybedeceklerin kazanacaklarından daha fazla olduğu halde yolundan dönmüyorsan, başardığın işin başkalarına olan faydaları sana yararından fazlaysa sen 'soylu bir başarı'  peşinde koşuyorsun demektir."

İşte böyle tanımlamış Che Guevara soylu başarıyı, peki ya sizce?  Önce birey mi toplum mu ? Önce ben mi yoksa biz mi...?

...

Bir başka mesele; Hayır diyebilmeyi ve gizemli olmayı ÖĞREN!

Warren Buffeat " Başarılı insanlarla çok başarılı insanlar arasındaki fark, çok başarılı insanların hemen her şeye HAYIR demeleridir." diyor. Fakat acaba çok başarılı insanlar, ancak çok başarılı olduktan sonra, birçok şeye 'hayır' diyebilmeye başlamış olabilirler mi ? Ya da sizce gerçekten de bir çok şeye 'Hayır' diyebilmiş olmaları mıdır onları bu denli başarılı kılan ? Kanımca tartışmaya açık bir mesele...

Peki gelelim ara başlıktaki bir başka kavram olan 'gizemli olma' düsturuna...

      "Yeniliğin yarattığı hayranlık, başarılarınızın değerini artırır. Kartlarınızı açık oynamak hem yararsız hem de yavandır. Kendinizi hemen ifşa etmezseniz beklenti uyandırırsınız.
    Her şeye bir gizem katın, gizem saygı uyandırır. Açıklama yaparken çok net olmayın. Sıradan konuşmalarda en gizli düşüncelerinizi sergilemeyin. İhtiyatlı suskunluk, dünyevi bilgelikler arasında en kutsal olanıdır. İnsanların sizi merak etmesini sağlarsanız, ilahi yoldan gidiyorsunuz demektir."  
                                                                                                         Baltasar Gracian
...

'Eylem ödevini erteleyenler'den söz etmiş bir de Mümin Sekman:

-Bilsem böyle yapmazdım.
-Yapacak olsaydın bilirdin.

Üstüne laf söylemeye gerek var mı?
...

"Hayat okulunda ya akılla öğrenirsin ya da acıyla, ya nasihatle öğrenirsin ya müsibetle. Akılla öğrenmeyi reddettiğin şeyleri acı çekerek öğrenirsin"

Bu sözün hangi konuyla ilişkili olduğunu hatırlamıyorum, siz kendinizce ilişkilendirin...

...

Yine kitapta yer bulan Seneca'nın bilgelik ve felsefe üzerine sözlerini aktarıp yazımı sonlandırıyorum.

"Bilgelik her insanın harcı değildir ve gösteriş olsun diye icat edilmemiştir. Kendini sözlerde değil, eylemlerde gösterir. Günleri biraz hoş geçirmeye, boş vakitlerin sıkıntısını gidermeye bakmaz. Ruhu yoğurup biçimlendirir, hayatı düzene oturtur, davranışlara çekidüzen verir, yapılması ve yapılmaması gerekenleri gösterir. Yaşamın dümeninde oturur ve belirsizlikler içinde dalgalanan insanlara kılavuz olur. Felsefe olmadan hiç kimse güvende olamaz. Günün her saati, akıl almamızı gerektiren binlerce olaya gebedir ve bu aklı bize verebilecek olan tek merci felsefedir."

Bilgece yaşayın, işte bu insanoğlu için en büyük başarı...

29 Haziran 2017 Perşembe

Neye Dönüşmek İstiyoruz?

        Ticaret olanaklarımız geliştikçe, bilimsel verilerimiz, daha çok şeyi himaye edebilecek gücümüz arttıkça bencilleştik, yozlaştık. Bilimi başka canlılar üstünde egemenlik kurma aracı, ilmi ise doğayı sömürü aracı olarak kullanmayı seçtik. Geliştikçe, insanları köleleştirdik, doğayı hırpaladık; hayvanları doğalarına, duygularına hiç de uygun olmayan koşullara esir ettik, kötüleştik, zalimleştik. Dahası yaratılmış olana saygımızı yitirdik ve kimse de bunun hesabını sormuyor.

    Soruyorum bazen kendime; tüm dünyanın, hatta tüm kainatın insanlığa hizmet için var olduğu yanılgısı nereden de çıktı sahi. Neydi insanoğlunu bu kadar yücelten bu abuk düşüncenin kaynağı. Yaratılmış her şeyi hunharca sömürme hakkını biz insanlara kim verdi? İnsanı onurlandıran bu düşünce, nasıl da insanı böyle canileştirebildi. İnsan, etrafındaki her şeyi sınırsızca tüketmek için mi varolmuştu o zaman. Bu muydu yani insanın anlamı, yaratılış gayesi ! Milyonlarca insan, koskoca gezegende var olan tüm muntazam kaynakları 60-70 yıllık ömründe olabildiğince bollukta ve kendinden başka diğer tüm canlıları umursamadan tüketsin diye mi var olmuştu yani ! Bu muydu yanı tüm kainatın yaratılma amacı, gerçeği ve gizemi...

     Sizce de bir tuhaflık yok mu yolumuzda... İnsanlık anlayışımızda, çevremizde olup bitenlerde...
Bunca merhametsizlik içinde, sorumluluk duygusundan bihaber, salt kendi isteklerimizin peşinde yaşıyorken, 'neye yarıyorum?' diye soruyor muyuz hiç kendimize. İsteklerimizin kölesi olmuş bu esaret hayatımızda insanlığımızın kime ne faydası var ya da olacak?...

      Bizi sığlaştıran, yozlaştıran tüm kalıplarımızın dışına çıkarak; dinsel, ırksal ayrımlarımızı, tüm cinsiyet rollerimizi bir kenara bırakarak sormayı becerebilirsek eğer, evrende var olan her şey ile nereye doğru gidiyoruz? Yönümüz neresi? Neye dönüşüyoruz? Neye dönüşmek istiyoruz? Ya da hepsini boşverin ve asıl şu soruya odaklanın "Neyi istiyoruz?"

     İstediğin para mı, güç mü, itibar, şan, şöhret, başarı... Hangisi? Ben söyleyeyim istediklerimiz yalnızca kendimiz için iyi olan her şey. Başkaları için kötü olma pahasına dahi kendimiz için iyi olan ne varsa her şey... Velhasılı bencil yanımıza çalışıyor hep ihtiraslarımız. Tekamül edemiyoruz dolayısıyla. Kendimizin en iyi versiyonları haline gelemiyoruz. Dönüşemiyoruz.

       İnsan, bencillik üzere var olmamıştır ki. Madem bunca insan ve canlı bir arada yaşamak zorunda bırakıldık, ben diye bir şeyin insanın tekamül sürecinde yeri olmadığına inanıyorum. Herkesle, yaratılmış her şeyle bir olmadıktan sonra, iyilik yok, insanın olabileceği en iyi hali yok, yaratılmış her şeye sığınak, korunak, iyilik yok...

     Öyleyse çabalamalı. Hep daha iyisi için, insanlık için, yaşam için...Kendini zengin olandan eksik, fakir olandan fazla görmeden; siyahtan, Yahudi'den ayırmadan, balıktan, yosundan daha değerli görmeden yaşama katılmalı.

     Tüm evrenin ilmine, bilimine olabildiğince vakıf olmaya çalışarak ve bu öğrenmeleri tekil faydadan, tümel fayda yoluna hizmete harcamalı. Sorumluluk bilincimizi, kısa vadeli iş, aile hedeflerimizden öteye taşıyarak; doğmamış nesillerin yararlanacağı kaynakların korunmasından, evimizin önündeki kedinin karnının tokluğuna kadar derinleştirmeli.

     Bilimin, siyasetin ilgilendiği her şeyin dışında yalnızca insanlık için üretmenin, ideolojiler geliştirmenin de dışında daha evrensel idealler peşinde olabilmeli. "Bu koskoca evrene  bakıp,  bu büyüklüğün içinde benim küçücük hayallerimin, hedeflerimin ve tasarruflarımın kime ne faydası olabilir ki" demeden... Bugün yaptığın basit bir seçimin sen öldükten yüzlerce yıl sonra dahi birilerine fayda ya da zarar verebileceğini hep belleğinde tutarak yaşamalı.

   Koca bir ömrü ayrıştırarak, sömürerek, sorgusuzca ve bencil isteklerinin emrine vererek heba ettiğin yeter Ey İnsanoğlu. Artık öğreneceksin, uygulayacaksın, Evrene saygı duyacak, koruyacak, kucaklayacaksın.


26 Mayıs 2017 Cuma

KENDİNİZE BİR İYİLİK YAPIN VE ORUÇ TUTUN

   
     Bugün bir çoğumuz, kontrolsüzce tükettiğimiz gıdaların içindeki tarımsal ilaç atıklarının, gdo'ların vücudumuzda birikmesinden ve fazla yediklerimizin yağ olarak  depo edilmesinden dolayı hastalıklarla boğuşuyoruz. Kronik hastalıklar, kalp yetmezliği, diyabet...vs almış başını gidiyor. Modern tedavi yöntemleri ise yalnızca hastalıkların semptomlarını gidermeye yarıyor. Uzun vadede şifalanmak için modern tıp tek başına yeterli gelmiyor.

    Bedenimizi bu hastalıklardan, daha doğrusu hastalıklara neden olan toksinlerden, ağır metal kalıntılarından temizlemenin yolu nedir o halde?

Tabi ki onu arındırmak, yani yememek.

     Vücudun kendini temizlemesi ve yaşam gücünü yeniden oluşturması için
 en etkili yöntem oruç. 

      "Yemekten kaçınmak, vücudun doğuştan sahip olduğu detoks mekanizmalarının tam kapasite aktive olmasını ve bağışıklık tepkisinin yüksek vitese geçmesini sağlar." diyor Daniel Reid. Oruç tuttuğunuzda, normalde vücudun sindirim için harcadığı enerji, sindirim sistemi hiç atık üretmediği için, 'hastalıkları sindirmek' için kullanılır, diye de ekliyor. Yine orucun aynı zamanda büyüme hormonunu tetiklediğini ve bu hormonun tüm vücudu dolaşarak hasarlı dokuları onardığını, hayati fonksiyonları canlandırdığını ve tüm sistemi gençleştirdiğini söylüyor "Detoks" kitabının yazarı.

Ruh ve zihin iyiliği, beden iyiliğinden geçer.

     Eski bilgeler; kirli kan ve dokuların, vücutta hastalıkların ve  bozulmanın gelişimi için uygun ortam sağlamakla kalmayıp aynı zamanda insan ruhunun ve zihnin de bozulmasına yol açtığını söylerler. Onlar, insan bedeni ile zihninin ve ruhunun durumları arasında ayrılmaz bir bağlantı olduğunu çok öncelerden fark etmişler. Bu yüzden ruhsal gelişimin ilk adımı olarak, yine vücudun arındırılmasını gerekli görmüşler. Vücudun arındırılması içinse orucu önermişler.

     Batı medeniyetinin temellerini atan flozoflardan Platon, Aristoteles ve diğer Yunanlı flozoflar fiziksel sağlıklarını iyileştirmek ve zihinsel güçlerini artırmak için düzenli olarak oruç tutarlarmış. Pisagor, derslerine girmeden önce tüm kıdemli öğrencilerinin 40 gün boyunca, vücutlarını ve zihinlerini arındırmak için oruç tutmalarını şart koşarlarmış.

Oruç birçok inanışta önerilmiştir.

      Hindu yogiler, Budist keşişler, ve Taoist münzeviler binlerce yıldır canlılıklarını geliştirmek ve hayatlarını uzatmak için oruçtan yararlanmışlar.

      Hristiyanlık inancına göre, Hz İsa şöyle buyurmuştur: "Kendinizi yenileyin ve oruç tutun. Ormanın ve tarlaların temiz havasını arayın ve orada onların orta yerinde havanın meleğini bulacaksınız." Biz müslümanların inancına göre ise, oruç tutmak yine sıhhat bulmaya vesiledir. Hatırlayınız şu hadis-i şerifi: "Oruç tutunuz ki sıhhat bulasanız."

     Yunan yazarlardan Plutarkhos ise: " İlaç yerine bir gün oruç tutun." der. Bugün birçok  hekim de,  kanser hastalarının tedavisi için 40 günlük oruç programları önermeye başladı.

     Sizler de; çeşitli sağlıklı yaşam kitaplarında, medyada bu konunun önemine dikkat çekmeye çalışan hekimlere kulak verin. Adına ister fasting, ister detoks, ister oruç diyin ama mutlaka vücudunuza bu iyiliği yapın. Bedenen, ruhen ve zihnen tam bir arınma ve iyiliğe erişmek dileğiyle...








16 Mayıs 2017 Salı

İYİ BİR HİKAYEN VAR MI ?

      Tarih öncesi dönemlerde toplumsal örüntülerdeki değişimler, yüz binlerce yıl sürerken ve bu değişimler çoğunlukla genetik mutasyonlara bağlı iken günümüzde ortalama yirmi-otuz yılda bir radikal dönüşümler yaşanabiliyor. Nedir bunun sebebi hiç düşündünüz mü?

    Değişimi mümkün kılan, kitleleri peşinden sürükleyen, kutsal değerler yaratan, inançları değiştiren, yeni kültürler, toplumsal modeller oluşturan günümüz insanının hangi maharetidir sizce?

    Elbette ki 'kurgu yaratma becerisi'. Yani hikayelerimiz. Yanıtı ben vermiyorum. Bilim insanları öyle söylüyor. "Günümüz modern insanını (homo sapiensi) arkaik insandan ayıran temel fark onun kurgu yaratma becerisidir", diyorlar.

     Ülkeler ticaret yapacağı ya da diplomatik anlaşmalar yapacağı ülkeleri seçerken, din adamları belli öğretiler etrafında insanları toplarken ya da bir ordu komutanı askerini savaşa hazırlarken hep bir hikayeden güç alır. Ya da parti liderlerinin seçim vaatleri, bildiğiniz üzere hep bir hikayedir. Hikayesine inandığımız parti liderine oy veririz. Ortak bir hikayemizin olduğu ülkelerle güvenli bir bağ kurar, hikayemizin olmadığı ülkelere karşı mesafeli dururuz. Kutsal hikayelerimize dayanarak din seçer, bizi millet yapan hikayemize dayanarak da milletimiz için savaşırız.

    Yani demem o ki; insanların birbirleriyle etkili iletişim ve işbirliği kurabilmesinin, çaplı ticaretler, büyük ortaklıklar vs gerçekleştirebilmesinin, toplumsal dönüşümlerin, değişimlerin tek yolu işte bu hikayelerdir. Fakat unutmayalım ki, mesele hikaye anlatmak değil, hikayeye inanılmasını sağlamaktır.
 
    Bize okulda şu öğretildi: Yeni bir şirketin kurumsal kimliğini oluştururken o şirketin vizyon ve misyonunu tayin etmekten daha evvel hikayesini oluşturun. Zira ancak inanmaya değer bir hikayesi olan gelecek vaad edebilir. Ve ancak o zaman etkileyici bir vizyonu olabilir, doğru misyonlar yüklenebilir.

  Hikayesi olan kazanırdı vesselam.

  Hikayesi olan inanmaya değerdi.

  Hikayesi olan dönüşebilirdi.

  Peki ya senin hikayen ?

5 Mayıs 2017 Cuma

KUANTUM KURAMINDAN 'VAHDET'E

    Eınstein, Podolsky ve Rosen 1935 yılında Kuantum Kuramı'nın doğaya bakış açısının yanlış veya eksik olduğunu ortaya çıkarmak üzere bir "düşünce deneyi" teklif ettiler (EPR Düşünce Deneyi). Fakat sonuç Kuantum Kuramı'nın haklılığını ortaya çıkardı. Deney sonucuna göre; başlangıçta bağıntılı olan iki parçacık zamandan bağımsız ve ışık hızından daha hızlı olarak birbirleri hakkında bilgi sahibi olmaktadır. Yani başlangıçtaki bağıntılı durum parçacıklar mekanda birbirlerinden ne kadar uzakta bulunursa bulunsun devam etmektedir.

   Bu deney sonucundan da çıkarıldığı üzere "Kuantum Kuramı'na göre bütün, parçaların toplamından daha fazladır. Bütünü oluşturan parçalar, bütünden ayrılsalar dahi bütünle etkileşmeye devam ederler. Parçalar, bütünden tümüyle bağımsız bir varlık sürdüremezler. Parça dediğimiz maddesel varlıklar aslında yoğunlaşmış enerji olup bütünsel enerji alanından başka bir şey değildir."
 
     Peki bunlar aslında ne demektir? Evrende ayrılık yok demektir. Kainattaki her bir parça Tümel Varlık'tan bir nüve taşıyor demektir. Parçalar birbirinden ayrı gibi görünse de aslında Bir, demektir. Tüm evren, tek bir bütünsel yapı olarak varlığını sürdürüyor demektir.

   Yine bu konuyla bağıntılı olan bir başka mesele var ki; insanların ruhu, nesnelerin tözü vardır. Canlı varlıkların bedeni ile cansızların maddesi eşdeğerdir. İnsanların tinsel özellikleri ile nesnelerin dalgasal özellikleri birbirine eşdeğerdir. Yani bir ağacın özünde taşıdığı, senin bedeninde sahip olduğun enerji ile havadan soluduğun oksijenin enerjisi hep aynı bütüne ait demektir. Bu enerji alanı sonsuz ve bütünsel demektir. İkilikten vazgeçip, ayrımsız teklik alemini idrak etmenin vakti geldi demektir.

    Bir gerçeklik ki beş duyu organımızla algılayabildiğimizden çok daha fazlası orada mevcut ve biz maddeci bakış açımızın körlüğünde sığ bir ilimle meşgul oluyoruz. Her varlığın içindeki Öz'ün, aynı bütünün parçaları olduğu gerçeğini göz ardı ederek; hayvanı aşağılıyoruz, eşyayı hor görüyoruz, ırksal ayrıma gidiyoruz ve bizden saymadığımız her şeye saldırıyoruz, onları dışlıyoruz! Koskoca evreni görebildiğimizden, dokunabildiğimizden ibaret sanıyoruz! Hakiki bilginin kaynağına erişemiyoruz. Hazineye ulaşamıyoruz. Teklik bilincini idrak edemiyoruz. Hala canlı-cansız ölçütüne göre değer biçiyoruz. Hala somut teknolojilerin peşinde kaybolup, uzağımızdakilerle düşünce boyutunda iletişim kurabilecek gelişmişlik düzeyine sahip değiliz. Hala uykudaki benlik düzeyimizden kurtulamayıp, etrafımızda olup biten muazzam gerçeklikten bi haber yaşıyoruz.

   Uyanmak dileğiyle...

Referans: Kuantum Bilgeliği ve Tasavvuf, Haluk Berkmen



25 Nisan 2017 Salı

ZORUNDAYIZ!

Canımızın, sağlığımızın, soluduğumuz havanın, içtiğimiz suyun kıymetini bilmek zorundayız. Bu emanetlere sahip çıkmak zorundayız. Sürdürülebilir bir yaşam için havayı, suyu, toprağı muhafaza etmek zorundayız.

Doğanın kaynakları sınırsız değil, insanoğlu bunu bilmek zorunda. Doğadan aldığını doğaya geri vermek zorunda. Gelecek nesilleri düşünmek zorunda. Bir teknoloji geliştirirken, yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmek zorunda. Bir teknolojiyi kullanırken, ekolojik dengeyi korumak zorunda. Basit bir temizlik ürünü alırken çevreye verebileceği zararı hesap etmek zorunda.

Seçimlerini belirlerken seçimlerinin yalnızca insan nesline vereceği zararları değil, yeryüzündeki en lüzümsüz saydığı bitkiden, yine en lüzümsuz saydığı bir haşereye vereceği zarara kadar hepsini muhakeme etmek zorunda. Hülasa tüm yaratılmışları göz önünde bulundurarak kar-zarar hesabı yapmak zorunda!


Bilmek zorundayız *Su altında muazzam bir canlı varlık hazinesi var. Ve onlar gezegenimizin devamlılığında en az yerin üstündekiler kadar değerli. Bilmek zorundayız
*1 litre atık yağ, 1 milyon litre içme suyunu kirletir. Bilmek zorundayız *Toprağa karışan plastik malzemenin on yıl ve yüz yıl orada kalması demek; suyun geçirgenliğinin azalması, ondan çözünen maddelerin, suları zehirlemesi, topraktaki canlı organizmaların yaşamını etkilemesi demek. Bilmek zorundayız tüm bunları. Dolayısıyla; evimizin giderlerinden suya karışan her bir kimyasaldan, çöpe attığımız her bir plastikten,yağ atıklarından SO-RUM-LU-YUZ!

Musluklarımızdan şarıl şarıl akıtarak israf ettiğimiz sulara, boş yere harcanan elektirik enerjisine, ziyan ettiğimiz kağıtlara artık vicdanımız sızlamak zorunda.

Hani evlatlarımıza miras olarak mal varlığı bırakmak için kendimizi gece gündüz paralıyoruz ya, geçiniz bunları efendim geçiniz. Böyle kayıtsızca doğayı tüketip, geleceği çiğnerken; onların gelecekte içmeye temiz suları, solumaya temiz havaları olacak mı asıl bunu düşünelim.
Hijyen manyaklığı ile büyüttüğümüz çocuklarımız için, envai çeşit kimyasallarla kirlettiğimiz sular; gelecekte onlara yokluk olacak, yoksunluk olacak artık farkedelim.

Evrende her şeyin denge üzerine kurulu olduğunu hatırlayalım ve doğanın dengesini korumaya söz verelim artık. Bize bedava sunulan havanın suyun; gerek kendi evlerimizde, gerekse endüstri tarafından daha fazla kirletilmesine müsaade etmeyelim. Tükettiğimizi üretelim. Doğadan aldığımızı ona geri verelim. Sürdürülebilir bir yaşam için bilinçli seçimlerde bulunalım. Emanete sahip çıkalım.

*Doğaya saygıyla kalın, iyi yaşayın.

13 Nisan 2017 Perşembe

SAĞLIKLI YAŞAM PRENSİPLERİ

    Sağlikli yaşam adına rutinimde uygulamaya çalıştığım, birçok kaynaktan araştırarak lüzumu konusunda ikna olduğum prensiplerden herkesin istifadesi için bir not derledim ilgililerin dikkatine!

-Her sabah ağız (diş+dil) , burun temizliğini yap. mümkünse oil pulling yap.
-Güne 2 bardak su içerek basla. 1 bardaği limonlu, elma sirkeli, tarçınlı olsun.
-kahvaltı tabağında yeşil rengini, probiyotik olması için peynirini ama tabiki  şirden mayalı olanını mutlaka gör.
-günde en az 30 dakika egzersiz yap. Vücudunu esnet. Doğru nefes al.
-Günde En az 2 litre su ic. suyunu otururken, yudumlayarak ve bir de cam bardak/şişeden iç.
-Plastikleri olabildiğince hayatından çıkar.
- Her gün 1 fincan sade kahve, yeşil çay(mümkünse matcha çayı), maden suyu ve kefir içmek rutinin olsun. Kefirini kendin mayala ve kefirinde tabiki zerdeçal karabiber zeytinyağı eksik olmasın.
-Alkali besinler tüketmeye özen göster, asidik şeylerden uzak dur.
-Meyve yemeden günü asla kapama. Ama meyveleri mutlaka tek başına ye. Asla midende besin varken üstüne meyve yeme çünkü hepsi birden midende fermente olup çürür.
- her gününe mutlaka omega3 içeren besin ekle. ceviz, semizotu, chia tohumu hatta daha iyisi omega 3 takviyesi al.
-Bir çok hastalığın ana nedenin D vitamini olduğunu unutma ve mevsimine göre doğru saatlerde güneşe çık. Hatta gözlük bile takma ki gözlerin de güneşten beslensin iyileşsin.
-Haftanın en az 1 günü balık tüket tabiki bu ciftlik balığı, dip balığı olmasın! 
-40 günde hormonla şişirilen civcivleri tavuk diye  yeme, yedirtme. Tabi ki o sahte yumurtaları da yumurta diye yeme!
- Yağdan korkma ama yediğin yağ zeytinyağı ve tereyağ olsun. Fakat tereyağını da ghee yağına dönüştürürek kansorejininden arındırır.
-Yağlı kuruyemişleri çiğ tüket kavrulmuşlarindan uzak dur. Hatta kabuklu al ve yemeden hemen önce kır kı yağları havayla temas edere okside olmasın. çiğ bademi, cevizi suda bekletip tüket.
-Sebzeleri daha çok çiğ tüketmeye çalış. İlla pişecekse çok kısık ateşte ve az pişir.
-Mevsimi dışındaki hiçbir sebze meyveyi mutfağına sokma.
-Rafine şekeri hayatından çıkar.
-Rafine tuzu zaten çıkart. İşlenmemiş Kaya tuzu, deniz tuzu edin.
-Uzun ömürlü pastörize sütleri de hayatından çıkart.Mümkünse köy sütü alıp kendin kaynat.
-Ekmeğini ve içinde gluten olan her şeyi olabildiğince sınırla!
-Kinoa, karabuğday(greçka), yeşil mercimek gibi güzel gıdaları haftanın bir gününe salatana yemeğine ekle. 
-Bol kimyonlu humusu sev.
-Avokadoyu, hindistan cevizini sev.
-İmkan buldukça ciğer tüket.
-24 saat kaynatarak kemik suyu yap ve çorbalarına yemeklerine kat. hatta doğrudan iç.
-Hindistan cevizi yağını tüket çünkü beyninin kalbinin buna ihtiyacı var.
-Ambalajlı,katkı maddeli işlenmiş hiçbir gıdayı gıda sanıp evine sokma onların zehir olduğunu hatırla.
-Yeşilliklerini elma sirkesinde bekletmeden, bakliyatları ise 1 gece önceden ıslatmadan tüketme.
-Ev yoğurdunu sebze yemeklerinin yanında mutlaka tüket. Etin yahut protein içeren besinlerin yanında yoğurt yeme. bol çeşitli yeşillikle salata yap.
-Yemek yerken su dahil herhangi bir içecek içme. İçerek sindirim enzimlerini yok etme. Hatta yemekten sonraki o 1 saat içinde su içme. 
-Kimyasal içeren temizlik malzemelerinden kişisel bakım ürünlerinden kurtul. Hem kendin hem de tüm canlıların selameti için.
-Baharatları hayatinin merkezine al, tüm hazır soslar çöpe at.
Baharatın kralı sumaktır unutma.
-Su kenarlarında vakit geçir. Negatif iyonlardan istifade et.
-Aç kalmaktan korkma. Açlık vücudu temizleyen, hastalıklara karşı koruyan en iyi kalkandır. Bırak miden kazınsın.
-23.00- 05.00 saatleri arasında uykuda olmaya özen göster. En iyi melatonin salınımı için uykudayken ortamın zifiri karanlık olmasını sağla ve pencereni 1-2 cm açık tut.
- Yatağa girmeden önce de su içmeyi unutma.

4 Nisan 2017 Salı

KAHVENİZİ NASIL ALIRDINIZ?

Gelişen, değişen, dönüşen dünyada basitçe sunulan hizmet ya da ürünlerin sistemde tutunabilmesi pek mümkün değil artık. Çünkü insanlar artık hazzın peşinde ve deneyimleyeceği her şeyden sanatsallık bekleyecek kadar gelişmiş bir zevke sahip. Bu özen ve sanatsallık beklentisi, yiyecek içecek tercihlerimiz konusunda çok daha fazla.

Duygusal açlığımız, ilgi arayışımız, özen ve değer bekleyen yanımız; aradığını başka alanlarda bulmuş olsa dahi yeme-içme mevzu bahis olduğunda bu beklentileri ayyuka çıkıyor. İçeriği çeşitlendirmenin yanı sıra üreticiden;  seçtiğimiz hizmetin sunumundan, tabaktaki dokusuna, kokusunun dört başı mamurluğuna varana kadar muntazamlık bekliyoruz. Orta halli şıklıkta tabaklarda üstüne iki üç ot eklenerek özen gösterilmiş izlenimi oluşturulan sunumlar yetmiyor artık. Aşçının ustalığından, şöhretine, garsonun tabağı uzatış şekline, masa örtüsünün kumaşından, kullanılan çatal bıçakların kalitesine, masadaki çiçeğin canlı ya da cansız oluşuna varana kadar aldığımız hizmeti her zerresine kadar inceliyoruz. Ve o her zerrede ileri düzeyde kalite bekliyoruz.

Kahve seçimlerimize gelecek olursak; “kahvenizi sade, orta, şekerli; nasıl alırdınız?” sorusu yetmiyor artık. Şımartılmak istiyoruz.

Kahvemizi şiir gibi ahenkli, ateşli bir dansçı gibi kışkırtıcı ve gerçek bir sanatçı edasıyla özenle sunsunlar istiyoruz.

Bilen bilir! İşte kahve seçimlerimizdeki bu özen arayışını “Üçüncü Nesil Kahve Akımı” olarak ifade ediyorlar.

Peki, nedir, bu üçüncü nesil kahvecilik anlayışı diyecek olursanız sırasıyla izah edeyim pek tabi.

Kavram ilk kez Wrecking Ball Coffe Roasters isminde bir kahvecinin kurucusu olan Trish Rothgeb tarafından kullanılmış ve sayesinde dillere pelesenk olmuş. İlk sinyallerini 2002’de veren bu dalga ülkemizde ancak 2011 yılının sonlarına doğru yeşerme fırsatı bulmuştur.

Birinci nesil kahve tüketicisi; kahveyi uykusunu açmak için, çeşitlerinin çokta farkında olmadan, damağında bırakacağı hazla ilgilenmeden tüketmek için tüketirdi. İkinci nesil, Starbucks, Gloria Jeans, Chibo vs. markalarla kahve çekirdeklerini tanıdı ve biraz daha tutkuyla seçeneklere yönelmeyi öğrendi. Ve tüm bunların ardından üçüncü nesil  kahve anlayışı doğdu. Bu akım ise spesiyal kahve hizmetinin geliştirilmiş versiyonu. Adeta kahvenin sanatsallaştırılması.

Üçüncü nesil kahveciler; en iyi kahve çekirdeklerini yetiştirip, bu çekirdekleri kahvenin hazırlanmasından hemen önce öğütürler. Zanaatkâr demleme yöntemleri ve latte-art gibi süsleme usulleriyle yüksek kalitede hizmet verirler. Ve aklımızı başımızdan alırlar. Hedonist duygularımızı okşarlar.

Kahvecilikte bu bir devrim midir, bence evet. Fakat yine de siz siz olun, her 3. Dalga kahveciyim diyene inanmayın!

Bir de Karaköy’ün 3. Nesil kahvecilerinden başka, Kadiköy’ün közde Türk kahvesi pişiren yerlerine de uğrayın. Sonuçta 40 yıl hatırı olan o!


Afiyetle…

3 Nisan 2017 Pazartesi

UYAN!

İyiliğe budalalık dediler, iyilikten vazgeçtik.

Dürüstlüğe saflık dediler, yalanı seçtik.

Kendimizden çok başkasını düşündük, sömürdüler.

Bencilliği, önce ben demeyi övdüler, inandık.

Sahip olduklarımızı göstermeye özendirdiler, özel hayatlarımızı umumileştirdiler, usta riyakarlar olduk.

Çıplaklığı, kadının özgürlüğü olarak kodladılar; özgürlüğümüzü ispat adına soyunduk.

Kötülük gördüklerimizin yine de iyiliklerini dikkate aldık, saf bu dediler, gözümüzü açtık(!)

Sahip çıkmaya çalıştığımız değerlerimize; kalıplaşmış sığ fikirler dediler, gericilikle itham ettiler. Değersiz kaldık.

Sahte karakterler yarattılar, inandık; yetmedi taklitçileri olduk, alkışladık, değersize şöhret kazandırdık.

Moda adı altında ihtiyaçlandırıldık, Kısır döngü içinde daima,"Aldık, verdik ekonomiye can verdik.” (!)

Endüstriye çalıştık. Çalıştık, kazandık ama asla doymadık. Hep daha fazlasına sahip olmak istedik. Biriktirme illetine yakalandık.

Biriktirdik ama asla tatmin olmadık. Daha dedik. Varlık içinde yokluk çektik. Yok demeyi öğrendik.

Eğlenceye harcadığımız paranın onda birini eğitime, sosyal yardımlaşmaya harcamaya kıyamadık!


Subliminal mesajları afişlere, reklamlara, o çok masum zannettiğimiz çizgi filmlerin içine dahi ustaca yerleştirdiler; küçücük beyinleri sekse özendirdiler  bilemedik, belki de bildik ama umursamadık !

Dini, kutsal saydığımız kitaptan değil; kitabı kendi çıkarlarına göre yontup anlatanlardan dinledik. Kitabı indirene değil, kitabı anlatanlara iman ettik! Dinle sömürüldük, kandık, kandırıldık.

Hakikatin, bilimin, ilmin peşine düşmek yerine; son model arabaların, güzellik/moda endüstrisinin peşine düştük. Aklımızı, hayallerimizi, hedeflerimizi sığlaştırdık.

Gözlerimizi boyayan, beynimizi uyuşturan ekranların önünde kendimizi madara ettik. Köreldik, ilkelleştirildik, insaniyetimizi unuttuk.

Ey modern dünyanın kıskacında sesi çıkamayan, zavallılaştırılmış İnsan! Artık uyan !

Silah tüccarları için savaşların, ilaç tüccarları için hastalıkların icat edildiği bir dünya burası kanma.

Sorgula, şüphe et ve anlamın peşine düş.


Gerçek şu ki kaybetmeye çok yakınız, kazanmaya çok uzak…

22 Mart 2017 Çarşamba

FARKLILIK, AYRILIK YOKTUR!

-  "Yargılamak varoluşa aykırıdır. Her varlığın mutlak bir Tek'ten geldiği bir mekanizmada yargılamak en büyük saygısızlıktır."

                                                                       Azra Kohen/ Aeden

- "Tamamen aynı olan iki kişi, aynı ritme çarpan iki kalp asla bulunmaz. Eğer Yaradan dileseydi herkesi aynı yaratırdı. Bu yüzden farklılıklara saygı göstermeden, kendi düşüncelerini zorla kabul ettirmeye çalışmak Yaradan'ın kutsal ve yüce planına saygısızlık manasına gelir."

                                                                                                                           Şems-i Tebrizi

-"Modernliği gelenekten, aklı duygudan, erkeği kadından, yöneteni yönetilenden ayırmakta ısrar ettiğimiz sürece birlikten söz edemeyiz."

                                                                          Cemil Meriç/ Bu Ülke




21 Mart 2017 Salı

KENDİME NOT!

Sadeleş, birer birer, gün gün sadeleş...
Aklındaki kalabalıktan, evindeki doluluktan kaç kurtul.
Alarak değil vererek mutlu olmayı öğren.
Hafifle...
Fazla olan her ne varsa terket.
Hafifliğin verdiği mucizeyi hisset.
Ve terbiye et arzularını,
Onları kontrol altında tutabilmek için her istediğini verme sakın.
Hatta muhalefet et nefsine,
Tatlı istiyorsa canın tuzlu ye, tuzlu istiyorsa tatlı.
İnatsa, tükenmek bilmeyen arzularınla inatlaş.
Durmayı öğren, öğret.
Durup dinlemeyi, dinlenmeyi, beklemeyi bil...

Farkındalıkla yaşa hayatını.
Anda kal.
Oku, öğren, anla...
Söylemekten daha çok, dinlemeyi tercih et...
İlla ki söyleyeceksen, sözün özünü seç.
Başkasını eleştirmeye, yargılamaya hakkın olmadığını unutma...
Onun bunun ne dediği, ne yaptığı ilgilenmek yerine,
Yoluna bak.
Tükettiğin kadar üretmeyi bil.
Bir organizmayı parazitten ayıran üretebilme kabiliyetidir, unutma.
Yaşadığın her olay yalnızca senin için paketlenmiş gizli bilgi içerir onu iyi anla.
O anladığını tekamül yolculuğunda kendine basamak yapacağını unutma.
Dünüşmek için var olduğunu unutup, yozlaşma.
Bu dünyaya mal toplamaya değil, anlam aramaya geldiğini her an kulağına fısılda.

Sağlık her şeyin başı klişesini tekrarlamaktan usanma.
Yalnızca beden değil, ruh ve zeka da yediklerimizden beslenir unutma.
İyi beslen, iyi yaşa.
Tercihlerini doğadaki ilk haline en yakın olanından, en doğalından yana yap.
Su kenarlarında gezintiye çık.
Sessiz ve sakin, kendi iç sesini dinle.
Yeni yerler keşfetmek üzere sevdiklerinle seyahat et.
Çokça şükret.
Sıklıkla hareket et,
Ve unutma, "hareket etmezsen acı üzerinde birikir."





25 Ocak 2017 Çarşamba

İHTİYAÇLI TOPLUM

İhtiyaçlarımızın aslında üretimin ürünü olduğunun farkında mısınız? 

   Her birimiz günlük alışverişimizden lüks tüketimimize, ev yaşantımızdan eğlence hayatımıza, spor yapma, beslenme ve dinlenme biçimlerimize varıncaya kadar tam bir tüketim çılgınlığı yaşıyoruz. Nedeni elbette içinde bulunduğumuz sistem.

   Malumunuz dört bir yanımız tüketim nesneleriyle kuşatılmış durumda. Bu üretim bolluğu aynı zamanda ihtiyaç bolluğunu da beraberinde getiriyor haliyle. Çünkü günümüz tüketim toplumunda, illüzyon 'ihtiyaç' kavramı üzerinden sağlanıyor.

   Üreticiler; bizlere neyi, nasıl, nerede ve ne zaman tüketeceğini öğretir ve bizi tüketime alıştırır. Bazen doğrudan fakat sıklıkla subliminal yollarla ihtiyaçlarımız tayin edilir. Özünde sadece istekten ibaret olan nesneler zaruri ihtiyaçlarımızmış gibi çoğumuzca kabul edilir. Piyasanın sahip olmamızı istediği bu algı, elbette ki medya eliyle ustaca inşa edilir.

Medya gerçeği değil, gerçeğin baş döndürücü halini sunar.

   İşte bu metalaşma kültürü içinde medya; izleyicinin/dinleyicinin aklını, türlü türlü oyunlarla ürünleri alması için çelmeyi amaçlar. Bazen olmadık değerler yaratarak, bazen değerleri dönüştürerek, bazense bilinçaltı yöntemlerle seçimlerimizi kontrol altına alır. Sonuç olarak medya, henüz yeni aldığımız ürününün bir üst segmentini derhal ihtiyacımız haline getirmeyi iyi bilir.

Malların 'kullanım değeri' yok, 'gösteriş değeri' var.

   Farkettiniz mi, artık reklamlar ürünlerin kullanışlılığından, işlevinden daha çok; bize sağlayacağı duygusal yararlardan, iyi hislerden bahseder oldu. Nedeni basit. Çünkü aynı fonksiyona sahip yüzlerce ürün mevcut piyasada. Sayıca bu bolluğun bize parasal anlamda sağlaması gereken avantaj, yine sermayenin lehine olacak şekilde, ‘malların gösteriş değeri’ yaratılarak dönüştürüldü.  

   Alım gücü yüksek olan - aynı kalitede dahi olsa- alım gücü olmayanla aynı ürünlere sahip olmaktan hoşlanmadı. Reklamcılar bu durumu iyi analiz etti ve malların gösteriş değeri üzerinden bizleri maniple etmeye başladı. Böylece, maddi zenginliği olan, çok para verebiliyor olduğunu; prestij sağlamak isteyenler, lüks marka etiketlerini göstermek için ‘gösterge’ değeri olan malları tercih etmeye yöneldi. Ve bu sayede birçoğumuz kullanım değerine sahip olan mallara sahip olsak da her gün süslü argümanlarla aklımızı alan ürünlerin, gösterge değerine sahip olmak için sayısız ihtiyaç sahibi olduk. 

İhtiyaçlı toplum olduk!


   Hülasa bu yeni düzen, tüketim üzerine geliştirilen söylemler yoluyla sağlanan yeniden anlamlandırma ve sürekli ihtiyaçlar doğurma düzenidir.

2 Ocak 2017 Pazartesi

Yıl 2017, Dünya Yaşanılası Değil!

Yıl 2017. Dünya yaşanılası değil. Her güne bir terör saldırısıyla uyanıyoruz şu günlerde. Birer birer değil, onar onar ölüyoruz artık. Kaybın sayısı da acısı da öyle çok ki. Ateş düştüğü yeri yakar derler. Düştüğü yer öyle çok ki… Hepimiz yanıyoruz.

Kişinin huzuru için, ülkenin huzur içinde olması ne kadar da önemliymiş meğer. Kendi geleceğine inanman için evvela ülkenin emniyet içinde olması gerekmiş meğer. Her duanda kendinden önce ülkenin birliği, bütünlüğü, emniyeti ve selameti için dua etmeliymişsin meğer.

Her insanın sahip çıkması gereken 5 temel prensip vardır bilirsiniz: Hayat, akıl, nesil, mülk, şeref.

Hayatımızla oynuyorlar, aklımızla dalga geçiyorlar, neslimizi tüketiyorlar, şerefimizi koruyamaz olduk.

Fakat susmak yok!
Bu zulüm karşısında daha fazla susmak yok.
Hiç olmazsa söyleyecek sözün olsun.
Haykır ki çığlıkların zalimin oyununu bozsun.
Umutsuzluk yakışmaz âdemoğluna; “Gam çektiğimiz devran değişir. Gündüz gece olmaz nice kervan değişir. Pek öyle güvenme insan dediğin her renge girer giydiği kaftan değişir.”

Bu lanet saldırıların bir son bulması için, güzel ülkemin güzelliklerle anılması için, gün birlik olma zamanı.  Ayrıştırmaya çalışanlara inat, sımsıkı kenetlenmeli. Pesimistlere inat, güzel günlere inanmalı. Ve o güzel günler için dimdik ayakta kalmalı.